Sözlü Akitler
Stipulatio: Stipulatio, belli bir soruya belli bir cevap verilmesi şeklinde yapılıyordu ve borçluyu alacaklıya vaadettiği edimi yerine getirmeye borçlandırıyordu.
Stipulatio, sebepli veya soyut olarak yapılabilirdi. Sebebin gösterilmemiş olması sebebin bulunmadığı anlamına gelmez. Bu durumda da çeşitli sebepler olabilir ancak bunlar stipulatio’da gösterilmemiştir. Geçerli olan bu stipulatio’nun faydası, alacaklının alacağını talep ettiği zaman sebebin ne olduğunu ispatlamak zorunda olmayışıdır. Sadece akdin yapılmış olduğunu ispat etmesi yeterlidir. Klasik devirde soyut stipulatio’larda ispat külfeti borçlunundu. Iustinianus devrindeyse ispat külfeti alacaklıya aitti. Sebebe bağlı stipulatio’da sebep sonradan geçersiz olursa sebebin geçersiz olduğunu belirten taraf ispat külfeti altına girerdi.
Kefalet Akdi: Stipulatio’nun en önemli uygulama şeklidir. Kefalet bir şahsi teminattır. Şahsi teminat, 3. bir kişinin alacaklıyla yaptığı bir muameleyle borçlunun borcunu ödemeyi taahhüt etmesidir. Şahsi teminatın en önemli şekli olan kefalet, esas borçlu yanında 3. bir şahsın kefil, yani feri borçlu olarak borcun ifasını taahhüt etmesidir. Bu durumda alacaklı, borçludan başka kefil adı verilen 3. bir şahıstan da alacağını talep etmek konusunda şahsi bir hak elde eder ve kefile karşı kefalet akdinden doğan şahsi davayı açabilirdi.
Kefalet kefil ile alacaklı arasında yapılan bir anlaşmadır ve borçlu bu ilişkiyle ilgilidir ama kefaletin dışındadır. Kefil yaptığı ödemeyi borçlu bu durumu biliyorsa vekalet sözleşmesi çerçevesinde, borçlunun kefilin yaptığından haberi yoksa vekaletsiz iş görme çerçevesinde alabiliyordu. Kefalet Roma’da mutlaka stipulatio ile yapılırdı. Bizim hukukumuzdaysa kefalet asıl sözleşme yazılı olmasa bile mutlaka yazılı olarak yapılır.
Kefilin borcu feri borç olarak asıl alacağın varlığına ve geçerliliğine baplıdır. Esas borçlu her hangi bir sebeple borcundan kurtulursa feri borçlu olan kefil de borcundan kurtulur ve bir dava ile takip edilemezdi. Kefilin kefil olabilmesi için asıl borcun mutlaka doğmuş olması gerekir. Bu durum kefaletin feri olmasından kaynaklanır.
Bir borç için birden fazla kefilin bulunması halinde bunların sorumlulukları eskiden müteselsildi, yani alacaklı kefillerden her hangi birine başvurabilirdi. Alacaklı ister borçluya isterse de her hangi bir kefile gidebilirdi. Iustinianus dönemindeyse, kefil esas borçluya müracaat etmeden kendisini takip etmiş olan alacaklıya karşı bir defi ileri sürerek önce esas borçluya müracaat edilmesini talep etmek hakkını elde etmişti. Iustinianus’un bu yeniliğiyle kefilin borcu ikinci derecede bir borç olmuştur. Olayda birden fazla kefil varsa önceleri teselsül söz konusuydu, yani her kefil borcun tamamından sorumluydu. Prensip olarak kefiller arasında teselsül zincirlemeydi. Alacaklı istediği kefilden alacağın tamamını isteyebiliyordu. İlerleyen zamanlarda ise kendisinden borcun tamamı talep edilen kefil, bir defi ileri sürerek borcun kefiller arasında bölünmesini isteyebiliyordu.
Alacaklıya borcu ifa etmiş olan kefil, normal olarak borçluya dönerek, yani ona rucü ederek malvarlığında meydana gelmiş olan azalmayı gidermek isteyecektir. Bu rucü hakkı kanundan veya borçluyla kefil arasındaki içi ilişkiden doğabilmekteydi.
Iustinianus’un tanıdığı bir imtiyazla kefil, alacaklının esas borçlu ve varsa diğer kefillere karşı haiz olduğu dava haklarını devretmedikçe borcu ifa etmeyeceğini bildirirdi. Kefil, alacaklının asıl borçluya karşı olan davaları devretmesi halinde alacaklıyı tatmine mecburdu. Eğer alacaklı borçluya karşı olan imkanlarını devretmezse kefil bunu davayla isteyebilir ve borcu ödemekten kaçınabilirdi. Alacaklının haklarını alan kefil, aynı borç için alacaklıya gösterilmiş diğer teminatlardan mesela varsa ipotek veya başka kefaletlerden yararlanabilirdi.
Yazılı Akitler
Klasik devirde pek olmayan bu akitler, Roma’da daha çok yapılmış olan sözlü muamelenin ispatını kolaylaştırmak için düzenlenirdi.