İSPAT YÜKÜ
İspat, bir olayın veya olgunun varlığı veya yokluğu konusunda hâkimin kanaat sahibi olmasına yönelik bir faaliyet olarak tanımlanabilir. Bir hususu ispatlamaya çalışmak, bu konu hakkında hâkimi ikna etmek anlamına gelir. Bir davada, iddia ve savunmaya bağlı olarak, karşılıklı iddiaları ispata yarayan malzemelerin toplanarak mahkemeye sunulması tarafların yükümlülüğü altındadır. Bir davada davacı somut olay bakımından iddiasını dayandırdığı olguları, davalı ise savunmasını dayandırdığı olguları ispat etmek zorundadır.
Hukuk hayatında bir vakıanın kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği sorununa ispat yükü (beyyine külfeti) denir. TMK. m. 6’ya göre, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere, kural olarak iddia eden iddiasını ispatla yükümlüdür. Ancak burada bir yükümlülük değil, bir yük vardır. Diğer bir ifadeyle, kişi iddiasını ispat edemezse, diğer taraf onun mutlaka ispatını isteyemez.
TMK. m. 6’da bu genel kuralı takiben ispat yükünün bazı istisnalarının olduğuna işaret edilmiştir. Bu istisnalar şu şekilde sıralanabilir:
- Olağan durumun aksinin ispatı, bunu iddia eden tarafa düşer. Örneğin olağan olan onsekiz yaşını tamamlamış bir kişinin tam fiil ehliyetinin olmasıdır. Bu nedenle eğer söz konusu kişi bir hukuki işlem yaparsa fiil ehliyetinin var olduğu kabul edilecek, aksini iddia eden bu iddiasını ispat etmek zorunda kalacaktır.
- Herkesçe bilinen vakıaların da ispatına gerek yoktur. Bunun aksini iddia eden ispatla yükümlüdür.
- İspat yükünün özel olarak bir kanun hükmü ile belirlendiği hallerde, ispat yükü bu özel kanun hükmünde yazılı kimseye düşer. Örneğin, Borçlar Kanunu hükümleri gereği haksız fiilde zararı ispat etmek davacıya düşer.
- Kanun, bazı karineler koyarak o karineye dayanan tarafı ispat yükünden kurtarmıştır. Karine, belirli bir olaydan ya da varlığı bilinen bir olgudan, belirli olmayan bir olay ya da varlığı bilinmeyen bir olgunun çıkarılması anlamına Karineler, fiilî ve kanunî karineler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Fiilî karineler, belirli bir olaydan belirli olmayan bir olay için hâkim tarafından çıkarılan sonuçtur. Örneğin, elinde içki şişesi bulunan ve sendeleyerek yürüyen kişinin sarhoş olduğu yönünde fiilî bir karine vardır.
Kanunî karineler ise, belli bir olaydan, belli olmayan bir olay için kanun tarafından çıkarılan sonuçlardır. Bazı kanunî karineler kesin karine niteliğini taşıyıp, bunun aksi ispat edilemez. Örneğin, tapu siciline kayıtlı olan bir hususun bilinmediği ileri sürülemez. Buna karşılık bazı karineler kesin olmayıp adî karinelerdir. Yani aksi her türlü delille ispat edilebilir. Örneğin, resmi sicil ve senetlerin aksi ispat edilinceye kadar doğruluğu kabul edilmektedir. Adi karineye bir başka örnek olarak birlikte ölüm karinesi verilebilir. Birbirinin mirasçısı olabilecek kişiler aynı anda ölürse ve hangisinin diğerinden daha önce öldüğü belirlenemezse, her ikisi de aynı anda ölmüş kabul edilir ve birbirinin mirasçısı olamaz.