Bilim Olarak Hukuk Sosyolojisi
Hukuku anlamaya yönelik yaklaşımlar arasında hukukun üç boyutlu olduğu konusundaki yaklaşım ağırlık kazanır. Burada üç boyut etik değer, toplumsal olgu ve norm olarak ayırt edilmiştir. Etik değer boyutu hukuk felsefecisinin, toplumsal olgu boyutu hukuk sosyologunun ve norm pozitif hukukçunun çalışma alanları olarak ayrıştırılabilir. Hukuk sosyolojisinin bilim olarak neyi hedefediği ve hukuk uygulamasında işe yarayıp yaramayacağı sorunu hukuk bilimi ve hukuk felsefesiyle karşılaştırılmak suretiyle ele alınmalıdır. Hukuk toplumsal yaşam içinde yer alan insan ilişkilerini düzenleme iddiasıyla ortaya çıkarken, bunu normatif şekilde ortaya koyar. Normlar davranışı düzenlerler ve rasyonel şekilde ifade edilen emirlerden oluşurlar. Normlar kendilerine uyulmayı emrederler. Her bir normun altında doğru davranışın ne olduğuna dair bir düşünce vardır. Örneğin hırsızlığı yasaklayan bir normun altında, hırsızlığın kötü bir davranış olduğunu ifade etmiş olur. Neyin doğru/yanlış olduğunu belirten normun içindeki değer aslında tartışılmaya açıktır.
Hukuk uygulamacısından beklenen hukukun tartışılmadan önündeki uyuşmazlığa uygulanmasıdır. Hukuk bilimi işte bu sınırlarda hukuku konu edinir. Yani hukukun meşruluğu, etkinliği sorunuyla ilgilenmez. Sadece yürüklükteki hukuk ve normlarla ilgilenir. Hukukçu toplumsal düzeni temin eden bir aktördür, hukuk bilimi de ona temel bilgisel araç ve metotları temin eder. Hukuk bilimi, hukukun boşluksuz olması gerektiği önkabulünden hareketle çalışır. Eğer fiilen bir boşluk mevcutsa, bu da hukukun sınırları içinde, yargıç tarafından doldurulur. Hukuk biliminin objesi gerçeklik değil bir düzen tasarımıdır. Konusu tasarım olan hukuk bir bilim midir, değil midir?
Bilimler, doğa bilimleri ve sosyal bilimler olarak iki temel sınıfa ayrılmıştır. Her ikisinin objelerini oluşturan olgu ve süreçler, bilim adamına dışsal maddi gerçeklikleri vardır. Bunların dışında kalan mantık ve matematik gibi objesi maddi olmayan araştırma alanları, bilim değil, teknik olarak adlandırılabilir. Bu durum mantık ve matematiğin değersiz kılmaz çünkü onlar olmaksızın hiçbir bilimde doğrulama ve/veya yanlışlamayı başarabilmek, yani bilginin konu edindiği objeleri yansıtıp yansıtmadığını denetlemek olanaksızdır.Bu açıdan bakıldığında, hukuk bilimi bu sınıflandırmaların içine dahil edilemez. Hukuk bilimi, bu anlamda, objesi maddi olmadığı için doğa bilimleri ve sosyal bilimler anlamında bir bilim sayılmamak gerekir. Bu alanda N. S. Timasheff’in kullanmayı tercih ettiği ideografik ve nomografik bilimler ayrımına başvurabiliriz. Bu yaklaşıma göre, objesi bir tasarım olan hukuk bilimi ideografik bir bilimdir. Bunun karşısında, objesi toplumsal olgular olan hukuk sosyolojisi nomografik bir bilimdir.
Hukuk biliminde bilginin olgulara uygunluğunu denetleyerek bir doğrulama yoluna gitmek, yani gözlem yoluyla test etmek olanağı mevcut değildir. Bunun yerine, hukuka ait bilginin bileşenleri arasındaki uyum veya uyumsuzluk analitik olarak incelenir. Hukuk sosyolojisinin ise, nomografik bilim olarak objesi maddidir; araştırma yöntem ve teknikleriyle bilgisinin objesine uygun olup olmadığı denetlenir ve hukuk sosyolojisi nihai hedef olarak incelediği objelere yönelik genellemeler şeklinde düzenlilikleri saptamaya çalışır. Hukuk sosyolojisinin aksine, hukuk biliminde bilgi yanlışlanabilir değildir; objesine uygunluk yerine iç tutarlılık esas alınır. Hukuk, buradaki ele alınış şekliyle, işleyişindeki amaç ve çalışma usulleri bakımından ahlak ve politika sanatının benzeridir. Hukuk sosyolojisi ile hukuk bilimi arasındaki ilişkide bir diğer önemli nokta, hukuk sosyolojisinin bilgisinin betimleyici veya açıklayıcı, oysa hukuk biliminin bilgisinin normatif, yani düzenleyici olmasıdır.
Hukuk sosyolojisi hukukla ilişkili olguların ve bunlarla ilgili insan eylemlerinin düzenliliklerini açıklamaya kavuşturan bir bilimdir. Bunun karşısında, hukuk biliminin hedefi toplumsal düzenin işlemeyen yönlerini tamir ederek topluma düzen getirmek veya mevcut düzenlemeyi geliştirmektir. Diğer bilimlerle hukuk sosyolojisinin ilişkisine bakarsak; her bilim dalı gibi hukuk sosyolojisi de felsefeden, hukukla bağlantılı olarak hukuk felsefesinden bağımsızlaşmıştır. Felsefe kavramlarla işgörür. Felsefe insana ve evrene ilişkin hakikati bulmaya çalışır.
Felsefe sezgisel ve sistemik nitelikli şekilde dış dünyanın kavramsal ve analitik bilgisini kurar. Diğer bir ifadeyle evren ve insana dair anlam kurar. Bu bilgi yanlışlanabilir ya da doğrulanabilir nitelikte değildir. Felsefe sorular sorarak aydınlatılmaya değer toplumsal olguları ve başlangıç düzeyindeki kavramsal çerçeveyi sağlayarak hukuk sosyolojisine katkıda bulunur. Tarih ve hukuk tarihi, incelenecek olgu ve süreçlerin bütünsel bilgisini sağladığı için hukuk sosyologunun bütünsel nitelikte kuramlar kurmasına olanak sağlar.
Tarihsel bilgi bize bilimsel nitelikte bilgi sağlamaz. Olaylar geçmişte yaşanmış ve tekrar edilemez niteliktedir, test edilemezler. Tarihçi, açıklama getirmek istediği olaylar seçtiği gibi, bu olayları çevreleyen toplumsal olayların hangisinin incelemeye dahil olacağını da seçer. Tarihsel olayı elde ettiği bilgilerle yeniden kurar. Böylece, tarihçinin ürettiği bilgiyi de, doğrulamak veya yanlışlamak olanaksızdır. Sonuç olarak, tarihsel bilgiyi de bilimsel bilgi sayma olanağı yoktur. Sosyoloji kuramları, hep geniş bir tarih bilgisi olanlar tarafından kurgulanabilmiştir. Tarih bilgisi, sosyolojiye toplumsalın anlaşılması için bilgi ve sürece dair birikim sağladığı önemi büyüktür.
Hukuk sosyolojisi bir bilim dalı olarak çok yakın bir döneme aittir. Fakat hukuk düzeni üzerine çalışmalar çok daha eskiye dayanır. Bu açıdan, olağan koşullarda hukuk uygulaması için hukuk sosyolojisi mutlak bir gereklilik değildir. Hukuka verili hukuk düzeninin çerçevesinden bakarsak zaten hukuku sosyolojisine de ihtiyaç duymayız. Fakat hukukla toplumu daha iyi düzenleme gibi hukukun araçsal kullanımını hedefleniyorsa, hukuk sosyolojisinin sağladığı bilgi gereklilik haline gelir.
Nedenlerini sıralarsak; birincisi, modern toplum koşullarında daha iyi işleyen bir toplumsal düzen için, konuyla ilgili toplumsal fenomenlerin daha iyi bilinmesi gerekir. Buna, hukuk sosyolojisinin status quo’yu sürdürmek yolunda kullanımı diyebiliriz. İkinci olarak ise, toplumsal değişme için hukukun araçsal kullanımı söz konusu olabilmektedir. Hukuksal değişme devrimci değişimler için kullanılabileceği gibi, azalan hukukun etkinliğinin arttırılması için de kullanılabilir. Burada hukukun araç olarak devrimci kullanımına hukuk devrimi koşullarındaki kullanımını örnek verebiliriz. Diğeri ise, örneğin daha kalabalıklaşan kentlerde artan suçları önlemeye yönelik kullanımda görülebildiği gibi, toplumsal düzeni daha dinamik algılamayla yeniden tesis etme yönündeki kullanımdır. Bu değişimlerin yönünün tayin edilebilmesi için hukuk sosyolojisinin sağladığı bilgilere ihtiyaç duyulur.
Hukuk sosyolojisin toplumsal süreçler ve fenomenlere ilişkin sağladığı bilginin başarılı olması kullanımının da başarılı olacağı anlamına gelmez. Bu bilgi yargıç, yasakoyucu veya hukukla ilgili başka kurumlar ve aktörler tarafından hukuk politikalarını belirlemede kullanılır. Fakat bu bilgi ile birlikte bu kişi ve kurumların hangi toplumsal değerleri temel aldıkları ve/veya hangi ideolojiye sahip oldukları bilginin kullanımına yön verir. Örneğin çalışanların sosyal güvenliklerinin pratikte işlemediği bilgisi, bir sosyal güvenliğe önem vermeyen bir hukuk politikası çerçevesinde sürdürülmesi gereken bir durum olarak değerlendirilebilir. Aynı bilgi sosyal güvenlik konusunun güçlendirilmesini düşünen başka bir hukuk politikası yaklaşımı çerçevesinde bu alanda reform yapılması gerektiği yönünde kullanılabilir. Burada, ilk yaklaşıma sınai işletmelerin daha düşük işgücü maliyetiyle rekabet gücünün yüksek olacağını düşünen bir neo-liberal, diğerine de çalışan sınıfların tatmininin toplumsal düzeni daha sağlamlaştıracağına inanan bir hukukçu veya politikacıyı örnek verebiliriz. Örnekte, aynı bilgi uygulamaya dönük iki farklı tutuma hizmet edebilir.